Travma: Tekrar yaşanmalı mı yoksa yaşanmamalı mı?

Makalenin Yazarı: Stuart D. Perlman, Ph.D.

Çeviren: Serin Oget-Meskill

Bu günlerde psikoterapinin karşılaştığı oldukça önemli ve bir o kadar da tartışmalı olan konu; travmanın hangi boyutta, tabii tekrar yaşanması gereğini kabul edersek, yaşanacağıdır. Psikoterapiye eleştirel bakan bazıları travmayı psikoterapide tekrar yaşatmanın terapistler tarafından para kazanmak amacıyla yaratıldığını iddia etmektedirler. Daha sempatik yaklaşanlar bile travmayı tekrar yaşatmanın gerekçelerini ve faydalarını sorgulamaktadırlar. Diğerleri ise travmayı tekrar yaşatmanın sebep olacağı acıyı ve karmaşayı gideren ama faydalı olan başka teknikleri önermektedirler. Aslında bu sorun oldukça karmaşıktır; tekrar yaşatma ve yaşatmama gibi siyah beyaz seçimler travma geçirmiş kişilere en iyi tedaviyi sağlamakta yeterince derin bir anlayışı içermemektedir.

Geçtiğimiz yıllarda Kendilik Psikolojisi konferanslarındaki genel panellerde Groves (1998), Weisel-Barth (2000), Pickles (2001), ve Carlton (2004) ağır travma geçirmiş hastaların tedavisindeki bu tartışmalı konuyu defalarca incelemişlerdir. Weisel-Barth hastayı yoğun duygulanımlardan korumakla daha derine inme olanağını kaçırdığına dair eleştirilere, hasta çok korktuğu için negatif aktarıma uzun süre girmesine izin verilemeyeceğini, aksi halde tedaviden kaçabileceğini, yatıştırıcı yeni bir ilişkiye gereksinimi olduğunu savunarak cevap vermiştir. Buna karşılık Carlton’ın vakasını tartışan Friedman, Carlton’ın anlattığı tedavide travmanın yaşanmasının çokça teşvik edildiğini ancak ilaç, duygulanımın bastırılması ve diğer alternatif olanakların denenmediğini savunarak, sonuçta hastanın bütün hayati yapılandırmasının bu süreçle gereksiz kesintiye uğradığını öne sürmüştür. Diğerleri de buna katılarak Carlton’ın travma yaşatmaya odaklandığını ve “travmanın açtığı olukların derinleşmesine”, böylece hastanın hem travma deneyimini hem de travmaya verdiği tepki şeklini kuvvetlendirdiğini söylemişlerdir. Carlton ise tedavi sırasında travmatik materyali yaşatmadan incelersek hastanın deneyiminin özünü görmezlikten gelebiliriz diyerek kendi yaklaşımını savunmuştur.

Benim hastalarımın aktardıkları “Travmayı tekrar yaşatmalı mıyız?” sorusuna ilişkin cevapların ne kadar nazik, ne kadar ince ayrıntıları olduğunu teyit etmiştir. Duygusal ihmale ve fiziksel işkenceye maruz kalmış bir hastam, bu yazıyı okuduktan sonra, bana günlük yaşamındaki deneyimlerinin travmayı yeniden yaşamanın verdiği acıyı önemsiz kıldığını anlattı. Öte yandan, babası tarafından çok yoğun tecavüze uğramış ve kız kardeşinin de kendisi gibi tecavüze uğradığına şahit olmuş bir hastam ise bana şunu aktardı. Kız kardeşi bir yetişkin olarak hastama eski anılarını hatırladığı için yaklaştığında, hastam kardeşine bir takım sorular sormuş: İntihara eğilimin var mı? Eşin ve çocuklarınla iyi geçiniyor musun? İş yerinde de insanlarla iyi geçiniyor musun? Kız kardeşi hayatının iyi gittiğini söyleyince hastam “Hayatını böyle sürdürebiliyorsan hiç değilse çocukların liseyi bitirene kadar bu pislikle uğraşma.” demiş. “Eğer ileride bir şeyler değişirse beni ara tekrar konuşuruz.”, diye de ilave etmiş. Belki de en dokunaklısı bana korkunç bir travma sonucu gelişen dissosiyatif kişilik bozukluğu olan bir hastamın dediği idi: “Biliyorum bu korkunç deneyimleri tekrar yaşamam ve kendime mal etmem benim için büyük bir acı kaynağı. Ama kendimi daha dayanıklı ve bütün hissetmem için hem onlara gereksinimim var hem de onları istiyorum.”

Tedavi için karar alırken, buna travmayı tekrar yaşatma da dahil, tedavinin bir ilişki ortamı içinde gerçekleştiğini, hastanın ilişkiye aktif katılımının gerektiğini ve karar alırken işbirliğini sağlayacak yetkinin terapist tarafından hastaya tanınması gibi noktaları kendimize rehber edinmeliyiz. Kohut’un dediği gibi hasta kendisi için neyin en iyi olduğunu terapistten daha iyi bilebilir. Biz hastamızı ve onun isteklerini izlemeliyiz (Kohut, 1977, sayfa 19-20). Terapist bir hastanın travmayı tekrar yaşama isteğini yorumlarken hangi kendilik durumlarının ifade edildiğini, aktarılanların güncel deneyimler üzerine mi olduğunu , hasta bu dileği dile getirdiği zaman tedavi sürecinin hangi noktasında olunduğunu, kültürel ve diğer unsurları göz önünde bulundurmalıdır. Travma tekrar yaşanırken parça parça yaşanır ve zamanla bünyeye katılır. Tedavi ilerledikçe terapist, hastası ile onun algılarını sürekli olarak yoklayabilir ve beraberce travmayı tekrar yaşamanın getirdiği anlayışı, mutabakatı inceleyebilir. Bir terapist ancak böyle bir diyalog sayesinde hastanın travmayı dayanılır bir şekilde yaşayacağı tedaviyi geliştirmeyi ümit edebilir.

Ben travma geçirenlerin tedavisinde görülen bazı belirli unsurları, The therapist’s emotional survival: Dealing with the pain of exploring travma (1999)- Terapistin ruhsal açıdan hayatta kalması: Travma ile çalışırken açığa çıkan acı ile baş etme (1999)-  adlı kitabımda tartışmıştım. Ama burada bunlardan bazılarını yeniden vurgulamak isterim.

Güven ve yeniden travmatize olmanın korkusu travma geçirmiş olanların en merkezi kaygısıdır. Geçirdikleri travma sonucu hakları ellerinden koparılıp alınmış ve bütünlükleri ihlal edilmiştir. İşin ironik tarafı terapötik süreç insan ilişkisini; insanlar, özellikle otoriteyi temsil edenler tarafından zulme uğramış hastaları tedavide birincil değişim aracı olarak kullanır. Hastalar kaçınamadıkları korkularını yenebilmek için önce kendilerini terapistle yeterli derecede güvenli hissetmek zorundadırlar. Bu noktadaki duyarlılığım beni tedavide en temel kavramın “içerik değil süreç” olduğuna ikna etti. “ Yahut hastama karşı önce gerçekten iyi bir insan olmaya daha sonra psikoanalist olmaya götürdü”. Her zaman hastaya hürmet ve özenle yaklaş; bunlar terapötik ilişkide içerikten, ayrıntılardan çok daha önemli. Travma geçirmişlerle tedavide deneyimlerim bana acıyı bulmak için anıları “deşmeye” zorlamanın gereksiz olduğunu gösterdi. Eğer ben tedaviyi mümkün olduğu kadar güvenli, kendimi de hastama bağlı ve odaklı tutabilirsem hastalarım tedavinin o anında ne yapmaları gerektiğini bilecek ve ona göre davranacaklardır.

Hasta ve terapist arasındaki duygulanımlara tolerans dansı travma geçirmişlerin tedavisinde merkezdedir. Terapistin acıyı işitme, dayanma, ve içine alma kapasitesi bilinçli ve bilinç altında hem hasta, hem de terapist tarafından ayarlanır. Travma hastasının derin acısına gömülen terapist için umutlu olmak zordur. Burada yerimiz kısıtlı olduğu için terapistin diğer karşı aktarımlarına veya terapistin kendi sorunlarının ve travmasının tetiklemesiyle hastanın iyileşmesine yapabileceği etkiye odaklanmayacağım.

Travma tedavisine yönelik birçok yeni metot aslında hastaya duygulanım ayarlamasını, yoğun tahrik ve travmayı yeniden yaşamanın acısını azaltacak yolları öğretmekle başlar. Zaman zaman bu teknikler tedaviye ek olsalar da tedavinin can alıcı noktasını kapsamazlar. Bu yaklaşımlar meditasyon, yoga, rahatlatıcı egzersizler, psikotropik ilaçlar, akupunktur, uzak doğu ilaçları ve bitkileri ve diğer metotları kullanırlar.

Terapist travmayı yeniden yaşayan hastasına süreç içinde duygulanımlarını izlemesine yardımcı olabildiği zaman travmayı tekrar yaşamak hastaya iyi gelebilir. Fakat burada travmayı tekrar tekrar yaşarken hastanın terapiste olumlu bir şekilde bağlı olduğunun farkındalığı gereklidir. Yoksa bu yaklaşım hastanın dünyanın travmatik doğasına olan inancını pekiştirebilir. Bu farkındalık olmadan hastayı tekrar tekrar travmayı yaşamaya teşvik etmek duygusal anlamda ondan parmağını elektrik duyuna tekrar tekrar sokmasını istemekle eşdeğerlidir. Diğer taraftan acı veren anılar terapistin korumacılığı ile bağdaştırılırsa hastanın algılamaları yeniden şekillendirilebilir. Travmanın yoğun acısı azaltılabilir. Ama biz terapistler hastaya karşı tavrımızın sakinleştirici olduğunu kastederken hastanın bizi böyle deneyimlediğini varsayamayız. Onun için hastanın bizi gerçekten nasıl algıladığını kontrol etmeliyiz. Özellikle ne zaman ve nasıl iletişimimizde istenmeyen ihlallere yol açtığımızı, hastamız üzerinde deneyimlerini kesip bize yönelmeleri için baskı yaptığımızı gözlemlemeliyiz.

Psikoterapi seanslarının bitişi ve seanslar arasındaki zamanın travma geçirmiş hastaları tedavide çok önemli olduğu inancındayım. Çünkü böyle anlar tahrip edici terkedilmişlik deneyimlerine kolaylıkla benzetilebilirler. Hastalarımızı böyle deneyimlerden her zaman koruyamayız ama duygularını izleyerek hastayla beraber onlara anlam vermeye gayret ederiz. Bu gayretimiz başarılı ise genellikle hastamız kendini toparlayabilir ve dünya ile daha kesintisiz bir şekilde başa çıkabilir.

Değişen kendilik- durumları ile travmayı tekrar yaşama arasındaki farkı, hastanın iletişimini doğru yorumlayabilmek için, terapistin bilmesi gerekir. Travma sonucu hastanın deneyiminde ağır yarıklar olabilir. Carlton’ın vakasında yeniden travma yaşantısı diye görülen şey bana göre aslında hastanın donmuş ve terapistten duyulma ve yardım isteyen kendilik durumu idi. Bu travmayı gerçekten yaşamaktan farklı bir durum. Değişen kendilik durumları sanki onlar geçmişteki deneyimlermiş gibi değil fakat şimdi yaşanan ve ayrı ayrı incelenmesi gereken deneyimlerdir. Bu deneyimler travma ile başa çıkabilmek için özgürlüğe kavuşturulmalı, ilintilenmeli ve kişiliğin diğer tarafları ile birleştirilmelidir.

Terapistin farkında olması gereken diğer karmaşık bir konu iyileşmenin etaplarını nasıl izleyebileceğidir. Birçok travma geçirmiş hastayı, bazıları 22 yıl kadar uzun sürdü, tedavi ettiğim için iyileşmenin aşamaları olduğuna inanıyorum. Birinci etapta hasta terapistin ona zarar vermeyeceğine, onu dinlemeye, ve duygulanımlarını ayarlamada yardıma hazır ve güvenilir olduğunu bilmelidir. Buna ben “ güvenliği ve iletişimi yerleştirme” diyorum. İkinci etap terapistin, hastasını, travmanın dehşet verici derinliğine inmeye, travmanın yarattığı yaşam tarzını ve çok kere yıprandırıcı tahribatını izlemeye istekli olmasını kapsar. Travmayı yeniden yaşayan hastalar çoğu zaman yaşam boyu bildikleri kişilik yapılarını dünyada yeni bir şekilde olmayı öğrenirken geride bırakmak zorunda kalınca gündelik yaşamdaki işlevlerini yitirirler. Bu işlev yitimi birçok terapisti korkutur ve sürece olan inançlarını sarsar. Fakat bunun ötesinde bir iyileşme süreci başlar. Hasta kendisine olup bitenlerin ana hatlarını belirleyerek kendine acı veren travmatik anları yeterli derecede açarak benliğinin esaslarını yakalar. Artık hasta travmaları tekrar yaşamak zorunda değildir. Tetikleyici şeyleri tanımaya ve onları telafi yollarını kullanmaya başlayarak hasta travma sonrası yaşamını geliştirmeye ve kendini besleyici bir çevre ile donatmaya odaklanabilir.

Bu tartışmaya açık konuşmamı travma geçirmiş bir hasta ile aynı odada oturup tüm varlığı ile hastaya yardımcı olmaya istekli herkesi övmekle bitirmek isterim. Bu tür çalışmalar bir terapist için çok zor bir iştir ve hepimiz birbirimizin desteğine gereksinim duyarız. Çünkü bu tür tedaviyi yapabilmek için köyümüzün, çevremizin ve destekleyici bir psikoanalitik hareketin yaratacağı ortama gerek vardır.

Kaynaklar

Carlton, L. (2004). Kutudan çıkma çabası. Kendilik Psikolojisi Yıllık Konferansında yapılan sunum, San Diego, California, Kasım ayı.

Groves, A. (1998). Travmanın birçok yüzü. Kendilik Psikolojisi yıllık Konferansında yapılan sunum. San Diego, California, Ekim ayı.

Kohut, H. (1997). ­­ Kendiliğin yapılandırılması. New York: International Universities Press.

Perlman, S. (1993). Ensest anılarının kilidini açmak: Ödipal öncesi aktarım, karşıaktarım, ve beden. Journal of the American Academy of Psychoanalysis, 21 (3), sayfa 363-386.

Perlman, S. (1995). Bir analistin karanlığa yolculuğu: Cinsel tacizi, devamlı tacizi, ve çoğul kişilik bozukluklarını tanımlamaya dirençli karşıaktarım. Journal of the American Academy of Psychoanalysis, 23(1), sayfa 137-151.

Perlman, S. (1999). Terapistin duygusallıkla baş etmesi: Travma çalışmasının getirdiği acının üstesinden gelme. Lanham, Maryland: Rowan and Littlefield.

Picles,J. (2001). Beraberce tek başına: Ağır travması olan kadınla yaptığım çalışma. Kendilik Psikolojisi Yıllık Konferansında yapılan sunum, San Francisco, California, Kasım ayı

Weisel-Barth, J. (2000). Terapötik süreçte ilişkinin rolü. Kendilik Psikolojisi yıllık Konferansında yapılan sunum, Chicago, Illinois, Kasım ayı.

You may also like...